13 Jul
İÇİMDEKİ HİKAYELER - 10 -

MAVİ ORKİDE        

        Sahnenin ortasında yalnız başına duruyordu. Kulaklarında en sevdiği valsın ritmik melodisi yankılanıyordu… Üzerinde uzun turkuaz ipek bir elbise vardı. Ellerini eteğinin yumuşak, akıcı kumaşının üzerinde hayranlıkla gezdirdi. Bir yandan da “Bu elbiseyi neden hiç giymiyorum ki… Çok güzelmiş!” diye geçiriyordu aklından. Spot ışıkları üzerindeydi. Bunun dışında çevresi karanlıktı. Kalabalık bir ortamda olduğunu biliyordu ancak gözleri çevresindeki kimseyi seçemiyordu…

         “Neden kimse dans etmiyor ki? Güzelim müzik boşa gidecek?” kendi etrafında dönerek, çevresinde tanıdık bir sima görmeye çalıştı…

         “Geldim tatlım. Buradayım!” Sesin geldiği yöne doğru döndü ve karanlıkların içinden o bildik yakışıklı yüzü gördü. Yüzünde kocaman bir gülücük, üzerinde ona çok yakışan bir smokin, sağ elini ona doğru uzatmış yaklaşıyordu.

         “Nihayet!” dedi rahat bir nefes alarak… “Ben de seni arıyordum!... Neredeydin?” Kocası yanına gelmişti bile. Ancak yürümeye devam etti ve sanki şeffafmış gibi içinden geçti. Onun farkına bile varmamış gibiydi.

         “Kenan!” diye bağırdı arkasını dönerek. Kocasının yanında bir başka kadın vardı… Kendisinden çok daha genç, ince uzun ve alımlı bir kadın. Ateş kırmızısı elbisesinin içinde alev gibi parlıyordu. Gözleri, Kenan’ın gözlerinin içine kilitlenmişti. Onun elini reverans yaparak nazikçe tutmuş ve pistte dönerek vals yapmaya başlamışlardı.

         “Neler oluyor, ben buradayım! Görmüyor musun beni Kenan!” Müzik gittikçe yükseliyor, sesini duyurması da iyice zorlaşıyordu. Çıkmayan sesiyle haykırmaya başlamıştı. Ancak onu ya fark etmiyorlar ya da yokmuş gibi davranıyorlardı… Onlara doğru bir hamle yaptı. Bedeni yok gibiydi, onları tutamıyor, dokunamıyor, ulaşamıyordu. Çaresizce bağırmaya çalıştı… Gözlerinden sicim gibi yaşlar iniyordu şimdi. Kocasının, ışıldayan kızıl saçları okşadığını ve kıpkırmızı dudakları dudaklarıyla kapattığını gördü. Öfkeden nefesinin kesildiğini ve kalbinin kasıldığını hissetti. “Kenan!” diye haykırarak olduğu yerde yığıldı…

         “Rana! Uyan Rana!” İki güçlü el, omuzlarını tutmuş sarsıyordu…

         “Rüya görüyorsun canım. Uyan!” Yüzü gözyaşları ile sırılsıklam olmuştu… Hala kesik kesik hıçkırıyordu. Gözlerini açtığında, Kenan’ın endişeli gözleriyle karşılaştı.

         “İyi misin? Kabus görüyordun sanırım. Biraz doğrulabilir misin? Sana su vereyim!” Çevresine baktı… Yatak odalarındaydı… Bahçeye bakan büyük pencereden, henüz yükselmeye başlamış güneşin cılız ışıkları sızıyordu.

         “Çok şükür rüyaymış!” diyebildi.

         “Seni bu kadar korkutacak ne gördün canım?” Yüzünde gerçek bir merak vardı Kenan’ın!...

         “Hatırlamıyorum bile. Ama çok etkilenmiş olmalıyım.” diyerek geçiştirdi Rana. Rüyada bile olsa, aşık olduğu kocasının onu aldattığını dile getirmeye katlanamazdı. Böyle bir şeyi söylerse, gerçek olacakmış gibi geliyordu ona. Bir süre sıklaşan nefesinin sakinleşmesini bekledi… Sonra yataktan güçlükle doğruldu.

         “Sen uyumana devam et! Ben de yüzümü yıkayıp geliyorum!”

         Beyaz saten sabahlığını üzerine geçirip, yataktan kalktı. Büyük yatak odasına bağlı olan banyonun kapısını iterek içeri girdi. Bronz armatürlerden şeffaf cam lavaboya akan suları seyretti önce. İki avucuna su doldurarak yüzüne boca etti sonra. Başını kaldırıp, lavaboların arkasındaki duvarı boylu boyunca kaplayan aynada kendini seyretti… Kırk beş yaşının olgunluğunu yavaş yavaş ele vermeye başlayan ince çizgilerine baktı. Hala çok güzel ve alımlı bir kadın olduğunu biliyordu… Kumral saçları dalgalar halinde sırtından dökülüyordu. Hafif kemerli burnu, kalp şeklindeki yüzüne anlam katıyordu. Biçimli dolgun dudaklarını oldum olası beğenirdi. Uzun siyah kirpiklerinin daha da belirginleştirdiği büyük badem gözlerinde hüzün birikmişti. Yumuşacık beyaz bir havluyla yüzünü kuruladı ve odaya geri döndü. Kenan çoktan uykuya dalmıştı yeniden. Çıplak güçlü omuzları ona dönüktü. Siyah saçları ve esmer teni ile çok çekici göründü birdenbire ona. Uykusu kaçmıştı işte… Gün çok yoğun geçecekti oysa… Balkona doğru yöneldi ve kapıyı sessizce açıp dışarı çıktı. Güneş, arka bahçeyi kaplayan yeni sulanmış çimlerin üzerindeki su damlalarını birer ışık topu haline getirmişti. Islak toprak kokusuna bayılırdı. Sabahın bu erken saatleri tüm renkleri daha da canlandırmıştı sanki. Derin derin içine çekti. Erkenci kuşlar gevezeliğe çoktan başlamışlardı bile. Bahçedeki küçük sarmaşık gülleri, köşkün ikinci katını boydan boya kat eden mermer balkona ulaşıp, neredeyse istila etmişlerdi. Bunların budanması lazım diye düşündü. Bahçıvana söylemeyi unutmamalıydı. Bahçenin üç yanındaki yüksek çam ağaçları komşu evlerle aralarında doğal bir set yaratıyordu. Ağaçların olmadığı yüksek arka duvarın ardında ise, tepenin boğaz manzarası boylu boyunca önlerinde duruyordu.

         Artık uyuyamayacağı belli olmuştu. Mutfağa inip kendine bir kahve yapmaya karar verdi. Emektarları Nadide Hanım da henüz kalkmamış olmalıydı…

         Sessizce mutfağa indi. Kahve makinesini çalıştırıp başında bekledi. Devasa mutfağa bakıp, Nadide Hanım çok iyi baş ediyor evle diye düşündü. Kenan’ın babasının evlendiklerinde düğün hediyesi olarak verdiği, aileden kalma Üsküdar’daki bu tarihi köşk artık çok büyük geliyordu ona. Kızları İngiltere’deki okulunu bitirmiş, bir de mastır yapmaya karar vermişti orada. Birkaç seneye ülkeye dönmesini ve şirket işlerini sahiplenmeye başlamasını umuyorlardı. Oğulları da liseyi İtalya’da bitirmek istemişti. İşte baş başa kalmışlardı Kenan’la… Bu dönemin ikinci bir balayı tadında olmasını umarken, büyüyen şirketin işleri yüzünden, neredeyse birbirlerini göremeyecek denli yoğunlaşmışlardı. Ta orta okulda başlayan sınıf arkadaşlıkları, önce büyük bir aşka, sonra hayat arkadaşlığına dönüşmüştü. Aynı cemiyetin üyeleri olan aileleri de bu birlikteliği memnuniyetle onaylamışlar, üniversiteden sonra da kendileri için önceden planlanmış bir hayatı beraberce yaşamaya başlamışlardı…

         Eline kahve kupasını alarak, salondaki büyük minderli, yeşil kadife kanepeye attı kendini. “Otuz yıl. Dile kolay!” diye geçirdi aklından. Artık birbirlerini en gizli kalmış yönlerine kadar tanıyorlardı.

         “Peki ben bu rüyayı durup dururken neden gördüm?” Çok rahatsız hissederek, zihninden kovmaya çalıştı bu düşünceyi.  Bir süre gözlerini kapayarak nefes egzersizlerine başladı. Yoga öğretmeni, yoğun ve stresli günlerde rahatlaması için, birkaç kez yapmasını öğütlemişti. İşe de yarıyordu gerçekten.

         “Günaydın, erken kalkmışsınız Rana Hanım” Nadide Hanım’ın sesi ile saatin epey ilerlediğini fark etti.” Ellilerinde, topluca, orta boylu esmer bir kadındı Nadide Hanım. İşini ve yerini bilen, becerikli ve güvenilir bir kahya kimliği akıyordu üzerinden.

         “Günaydın Nadide! Evet uykum kaçtı biraz.”

         “Kahvaltı hazır olana kadar istediğiniz bir şey var mı?

         “Hayır. Hızlı bir kahvaltı yapıp çıkarım. Bugün yoğun bir gün olacak.”

         “Nasıl isterseniz Nadide Hanım.” Salondan çıkmak üzere arkasını döndü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi dönüp, tekrar konuşmaya başladı.

         “Bugün alt kat ve servis için Kenan beyin bulduğu yardımcı gelecek. Siz de görmek ister misiniz diye soracaktım.”

         Rana biraz şaşırmıştı. Kenan’ın bu tip konulara dahil olduğunu hiç görmemişti çünkü.”

         “Kenan mı buldu dedin? Böyle bir çalışana ihtiyacımız olduğunu bile bilmiyordum.”

         “Haberiniz var sanıyordum Rana Hanım. Ayfer evlendikten bir süre sonra şehir değiştireceğinin bilgisini önceden vermişti. Biz de onun yerine bakacak birini arıyorduk. Kenan bey konuşmalarımızdan birine kulak misafiri olmuştu ve şoförü Mehmet Bey’in iş arayan bir akrabası olduğunu söyledi. Ben de numarayı alıp irtibata geçtim. Bugün saat sabah onda gelecekti. İsterseniz sizinle de ayrı bir görüşme ayarlayabilirim.”

         “Anladım Nadide. Sen halledersin. Benim görüşmeme hiç gerek yok.” Rana’ya ev yönetimi ile ilgili tüm konular angarya gibi gelirdi. Nadide Hanım bu yüzden onun en büyük yardımcısıydı.

         “Tabii gözün tutar da işe alırsan, evin tüm kurallarını ayrıntılı anlatırsın. İkinci kattaki yatak odalarına yabancıların el atmasını istemiyorum, biliyorsun.”

         “Tabii Rana Hanım, siz hiç merak etmeyin. Ben hemen kahvaltıya bir göz atayım o zaman!”

         Rana elindeki boş kahve kupasını sehpaya bırakarak, hazırlanmak için yatak odasına çıktı. Kenan kalkmış ve duşa girmişti. Pencerenin önündeki devasa mavi orkide gözüne ilişti. Beş yıl önce Kenan, bir evlilik yıldönümü sabahı, bununla sürpriz yapmıştı ona. Orkidenin turkuaza kaçan mavisine aşık olmuştu Rana. Ender bulunan bir renk olduğunu söylemişti Kenan. Beş yıldır çocuğu gibi bakıyordu bu orkideye. Yerini çok sevmiş, her yıl çiçek açan dalları daha da çoğalmış, çiçekleri irileşmişti. Duvak gibi yerlere kadar sarkıyordu tüm haşmetiyle. Bakımı için sadece Nadide’ye güveniyor, kimsenin dokunmasına dahi izin vermiyordu ona. Mavi orkidesi ona evliliğinin güçlü köklerini ve sarsılmaz mutluluğunu hatırlatıyordu.

           Kenan bornozu ile banyodan çıktığında, pencerenin önünde orkidesini okşayan karısını görerek gülümsedi.

         “Nasılsın canım? O gördüğün rüyadan sonra uyuyamadın mı tekrar?”

         “Maalesef uyuyamadım bir daha. Üstelik de uykuya çok ihtiyacım vardı.” Kenan’ın gülen yüzüne bakıp devam etti:         “Mehmet Bey’in akrabasından bana söz etmemiştin!” Kenan anlamaz gözlerle Rana’ya baktı.

         “Mehmet Bey’in akrabası mı?”

         “İşe alması için numarasını vermişsin ya Nadideye!”

         “Ah evet. Mehmet iş aradığından bahsetti ve güvenilir olduğunu söyledi. Paraya çok ihtiyacı varmış. Deneyimi yokmuş gerçi ama Nadide Sultan öğretir ona işleri nasılsa!” Tüm bunları telaşlı bir acelecilikle, bir solukta söylemişti Kenan. Rana için konu çok da önemli olmadığından üzerinde durmadı ve duş almak üzere banyoya girdi. Aklında şirkette halletmesi gereken işler vardı.

         “Tüm gün aynı binada olduğumuz halde birbirimizi ancak evde görebiliyoruz farkında mısın?” Duşun altından seslenmişti. İçeriden gelecek cevaba kulak kabarttı ancak ses yoktu.

         “Suyun sesinden duymadı herhalde.” diye düşündü. Bornozuna sarılıp odaya girdiğinde, Kenan’ı elinde cep telefonuna odaklanmış, yüzünde derin bir gülümsemeyle gördü.

         “Bugün beraber öğle yemeği yiyelim mi? Ne zamandır böyle bir kaçamak yapmıyorduk işteyken!”

         “Çok isterdim canım ama, yeni projedeki mühendislerle beraber olacağım öğlen. Başka zaman yaparız olur mu?” Yüzünü avuçlarının arasına alıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. “Şimdi çıkmam lazım, kahvaltıda da başka sıkıcı insanlarla olacağım”

         “Tamam canım. Kolay gelsin ne diyeyim…”

         Rüyasında yapamadığı valsı, bir hafta sonra evlerindeki yirmi üçüncü evlilik yıldönümü davetlerinde, sevgili eşi Kenan’la yapıyordu Rana… Köşkün bahçesindeki havuz etrafına beyaz tüller ve lilyumlarla süslü masalar yerleştirilmiş, şık davetliler ellerindeki kadehlerle bu masalar etrafında gruplaşmış, neşeyle sohbet ediyorlardı. Ilık bir Haziran gecesiydi… Rana bu gecenin hazırlığı için çok uğraşmış, Kenan’a sürpriz yapmak istemişti. Davetten haberi olmayan Kenan biraz şaşırmış ancak gecenin akışına kendisini kolaylıkla kaptırmıştı. Müzik bittiğinde, Kenan eğilerek, nazikçe tuttuğu eline kibarca bir öpücük kondurmuştu. Davetliler gülen yüzlerle bu uyumlu birlikteliği seyrediyorlardı… Birlikte el ele dans pistinden, kadehlerinin bulunduğu masaya yöneldiler. En sevdikleri arkadaşları olan Gül ve Mete çifti onları alkışlar ve abartılı tezahüratlarla karşıladılar masada.

         “Daha nice sevgi ve aşk dolu yıllara! Yaşlandıkça şarap gibi güzelleşen bir çiftsiniz!” Mete de, Gül de üniversiteden arkadaşlarıydı. Okul bittikten sonra da şirkette beraber çalışmaya başlamışlar, en mutlu anlarının en yakın şahitleri olmaya devam etmişlerdi.

         “Teşekkür ederiz. İyi ki varsınız!” Rana arkadaşı Gül’e sarıldı ve kadehinin boşaldığını fark etti. Servis elemanlarına kadehleri takip etmelerini ve anında yenilemelerini sıkı sıkıya tembihlemişti oysa. Biraz ileride elinde dolu kadehler olan bir tepsiyle etrafı seyreden yeni kız Ebru’yu gördü ve eliyle gelmesi için işaret etti. Uzun boyu, biçimli vücudu, beyaz teni, kızıl saçları ve koyu yeşil gözleriyle, servis üniforması içinde bile güzelliği fark edilebilecek bir kızdı Ebru. Otuzlu yaşlarının başlarında olsa gerekti.

         “Nasıl, iyi vakit geçiriyor musun?” dedi Ebru’ya… Bu kıza pek ısınamamıştı geldiğinden beri. Şoförleri emektar Mehmet Bey’in tanıdığı olduğu için pek sesini çıkarmıyor, Nadide’nin yola getirmesini bekliyordu. Biraz fazla meraklı gibi geliyordu ona. Gözleri sanki hep kendi üzerindeydi. Çalışanların bu tarz hareketleri onu rahatsız ederdi.

         “Boş kadehleri görmüyorsun herhalde!... İçkileri tazeler misin lütfen!”

         “Tabii Rana Hanım!... Özür dilerim. Hemen ilgileniyorum.”

         Ebru elindeki tepsiyi masadakilere uzatarak dolu kadehleri almalarını bekledi. Sonra da boş kadehleri tepsinin üzerine yerleştirdi. Rana ile göz göze gelmemeye çalışıyordu. İşini bitirdikten sonra arkasından geçerken, uzun şifon yavru ağzı elbisesinin kuyruğuna basıldığını hissetti Rana. Arkasına bakmak için döndüğünde, göz ucuyla önce, Kenan’ın Ebru’ya dokunan elini hızla çektiğini gördü, sonra da yarım dolu kadehlerle dolu tepsinin, üzerine doğru geldiğini. Üç saniye içinde, uzun elbisesi kırmızı ve beyaz şarap lekeleri ile dolmuş, açık topuklu ayakkabısından görünen çıplak zarif ayakları ıslanmış, kadehler yerlere saçılıp, bazıları kırılmıştı.

         “Ne yapıyorsun, bastığın yere dikkat etsene!” Sesinin volümünü kontrol edemediğinin farkına vardı birdenbire. Herkesin dikkati kargaşa ve gürültünün geldiği, bulundukları noktaya kilitlenmişti. Rana kriz çözmeye alışık yapısıyla, yüzüne minik bir gülücük kondurup “yapacak bir şey yok” anlamında kollarını iki yana açtı. Kenan Rana’ya “İyi misin?” diye sorarken, gözleri yerdeki kadehleri toplamaya çalışan Ebru’daydı.

         “Sorun yok, her şey yolunda. Olur böyle kazalar. İzninizle üzerimi değiştirip hemen aranıza katılıyorum” diyerek eve girdi Rana.  Merdivenleri hızla çıkarken, sinirlerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Beceriksiz kız gece için özel diktirdiği elbisesinin kuyruk kısmına basarak yırtmış, şarap lekeleri ile doldurmuştu.  Üstelik sesinin yüksek çıkmasına engel olamamış, tüm misafirlere rezil olmuştu. Cemiyette bu tür kontrolsüz hareketler hoş karşılanmazdı. Yatak odasına bağlı giyinme bölümüne dalarak gece kıyafetlerini gözden geçirmeye başladı. Üzerindeki şifon elbisenin duruşuyla eşdeğer, gene şifon, uçuk yeşil askılı bir elbise seçti. Boynundaki kristal gerdanlıkla da uyum sağlayacaktı. Hızla elbisesini ve ayakkabılarını değiştirdi. Aynada gördüğü resim hoşuna gitti ve gülümsedi. Odadan çıkmadan yatak odasının penceresinden, bahçede devam eden daveti kontrol etmek istedi. Herkes kendi havasında gülüp eğleniyordu.

         “Neyse ki olay büyümeden kontrol altına aldım.” Derin bir nefes alarak arkasını dönmeye hazırlanırken, davetlilerin bulunduğu alanı ön bahçeden ayıran şimşirlerin arkasında Kenan ve Ebru’yu gördü. Ebru ağlıyordu ve Kenan bir şeyler söylüyordu ona.

          “Herhalde kızı paylıyor. Şimdi sırası mı, davetliler duymaz inşallah!” diye düşünüp hızla odadan çıkarken, kocasının elini Ebru’nun beline dolayıp, diğer eliyle gözyaşlarını silerek dudaklarına bir öpücük kondurduğunu kaçırdı.

         Gecenin geri kalanı olaysız geçmişti. Geç saatlere kadar eğlenmişler, davetlileri yolcu ettikten sonra da yorgun bir şekilde odalarına çıkmışlardı. Kenan onu öpüp bu güzel davet için teşekkür etmiş, on dakika içinde de uyuyakalmıştı. Rana’da bu hareketli günün ardından, kafasını yastığa koyar koymaz dalacağını düşünmüştü. Ancak çok mutlu olması gerekirken, yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığının verdiği rahatsız edici bir his, uyumasına engel oluyordu. Aslında bir hafta önce gördüğü şu rüyadan sonra, içinde hep aynı hisle boğuşmuştu bugüne kadar.

         “Sürekli senaryolar yazan paranoyalı kadınlardan birine mi dönüşüyorum yoksa.”

         Kafasını sallayarak bu düşünceyi kovmaya çalıştı. Kadehlerin üzerine döküldüğü o an gözlerinin önüne geldi. Ne sakar kızdı şu Ebru. Bastığı yere bile bakmıyordu. Kadehlerin etrafa saçılması, kırılması, elbisesine basıldığını hissedip arkasına dönmesi…  O anda Kenan’ın elini birdenbire kendisine doğru öyle çekmesi! Neden öyle bir şey yapmıştı acaba? Ebru’nun tepsiyi devirmesine engel olmaya mı çalışıyordu, yoksa eteğine bastığını görüp onu uyarmak mı istemişti. Sabah olduğunda sormalıyım diye düşünerek rahatsız bir uykuya bıraktı kendisini.

           Uyandığında sabah neredeyse ona geliyordu. Kenan onu uyandırmaya kıyamamış ve çoktan şirkete gitmiş olmalıydı. Neyse ki sabah önemli bir toplantısı yoktu. Acele etmeden kalkıp duş aldı ve giyindi. Aşağıda kahvaltı masası onu bekliyordu. Nadide çayını doldururken bir yandan da konuşuyordu.

         “Rana Hanım dünkü olaydan sonra Ebru’yu karşıma çekip uyardım. Servis için biraz daha tecrübe kazanması gerekecekti. O zamana kadar temizlik işlerine bakması gerektiğini söyledim ama o sanırım çalışmak istemiyor artık. Son gördüğümde bavulunu topluyordu.”

         “İsabet olmuş Nadide! Bir aylık maaşının tamamını ver gene de. Mehmet Bey var arada ne de olsa!”

         “İşte gidiyor bile!”

         Nadide Hanım, yandaki pencereden, elinde bavulu ile bahçenin büyük çıkış kapısına doğru yürüyen Ebru’yu görmüş ve eliyle işaret etmişti Rana’ya. Başını uzatıp, arkasından bakmıştı o da. Üzerindeki kırmızı elbisesi ve kızıl saçları ile rüyasında gördüğü kadının siluetiydi karşısındaki. Gözden kaybolana kadar seyrederken, bağlantılar yerlerine oturuvermişti birdenbire. Kahvaltı masasından kalkarak güvenlik görevlilerinin bulunduğu girişteki küçük bölüme yürüdü hızlıca… Güvenlik kayıtlarından davetteki talihsiz kaza anını buldu. Ekrandaki görüntülerde, Ebru, elindeki tepsiyle yanlarına geliyor, dolu kadehleri dağıtıp, boşları alıyor ve geri dönerken Rana ile Kenan’ın arkasından geçiyordu. Bu sırada Kenan, boşta kalan elini Rana’nın arkasından Ebru’ya doğru uzatıyor ve beline usulca dokunuyordu. İşte o an heyecanlanan Ebru Rana’nın eteğine takılıyor ve tepsi üzerine dökülüyordu. Yanlış anlamamak için sahneyi defalarca seyretti Ebru. Ancak her seferinde Kenan’ın elinin açıkça Ebrunun belini okşadığını görebildi. Bir diğer sahne de yatak odasının penceresinden şahit olduğu konuşmalarıydı. Kaçırdığı sarılma ve öpüşme anlarını geriye sararak, sanki her seferinde değişeceği umudu içinde tüm canlılığı ile, tekrar tekrar, gözlerinden fışkırmalarına zor engel olduğu yaşlar ve kalbinde keskin bir bıçak acısıyla yaşadı…

         Ebru’nun şoför Mehmet Bey’in yakını olmadığından da yüzde yüz emindi şimdi. Kim bilir ne zamandır süren ilişkisinin baş kahramanını yanı başında isteyen çok sevdiği, biricik kocasının planından başka bir şey değildi bu adi kurmaca. Aldatmanın yanında bir de sevgilisi ile aynı evde yaşamak zorunda bırakarak aptal durumuna düşürmüştü onu Kenan. Yüzünün kızardığını, kan basıncının giderek arttığını hissedebiliyordu. İçindeki hayal kırıklığı mı, üzüntü mü, sinir mi, nefret mi, öfke mi ayırt edemiyordu. Kafasının içindeki uğultudan dışarıdaki sesleri duyamaz olmuştu. Sendeleyerek eve kendini atıp merdivenleri çıkarken, arkasından endişe ile seslenen Nadide’yi duymadı bile… Yatak odasında yüzünü yastıklara gömerek hıçkırıklarla ağladı önce.  Uzun bir süre sonra kalkıp pencerenin önüne gitti. İri mavi orkide yapraklarının içinden geçen güneş ışınları, cam saydamlığında parlamalarını sağlıyordu çiçeklerin.

         Akşam eve geldiğinde, Rana’nın boş çekmece ve dolapları karşılayacaktı Kenan’ı. Bir de koparılıp odanın dört bir yanına fırlatılmış mavi orkideler… Evli kaldıkları yılların toplamı kadar… Tam yirmi üç tane, turkuaza çalan, paramparça mavi orkide…


         İpek Çerçi Akar

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.