01 May
ARKADA KALANLAR

ARKADA KALANLAR

         Günaydın sevgili okuyucu… Bundan bir hafta önce sevgili Sakız’ımız ve ondan ayrılma sürecimizle ilgili bir yazı paylaşmıştım… Ancak bu paylaşımdan sonra yazıda anlatmadığım çok fazla ayrıntı olduğunu fark ettim ve paniğe kapıldım… “Acaba yazıyı silip, eklemeleri yapıp, yeniden mi paylaşayım?” diye düşündüm… Sonra kendi kendi kendime güldüm… Tabii ki bunun bir sonu yoktu… Üç yıl dört ayı dakikası dakikasına aktarmanın bir imkanı var mıydı ki? Tüm o anıları, kalbimde üstünde Sakız yazan yeşil bir kasaya koydum ve gerçek yaşamın beni bekleyen zorunluluklarına ve sorumluluklarına geri döndüm.

           Onun ardından halletmemiz gereken önemli ayrıntılar vardı… Hastalığı bulaşıcıydı… Sadece bataklık bölgelerinde yaşayan tatarcık sinekleri çevrede olmasa da, diğer sineklerin parazitleri taşıyabileceği ihtimalini ortadan kaldırmak için eşyalarını güvenli bir şekilde yok etmemiz gerekiyordu…  Kulübesi, oyuncakları, üzerinde yattığı kilimleri, yastıkları ve tüyleri döküldükten sonra üşümemesi için kendi kazaklarımdan bozarak diktiğim giysileri yakıldı… Veranda ve kullandığı mama kapları sirke ve çamaşır sularıyla dezenfekte edildi… Kullandığı ilaçlar, ilaç dolabına girdi. Maddi anlamda onu hatırlatabilecek her şey böylelikle bir anlamda hayatımızdan silindi gitti…

         Ne var ki gözümüzü saatten alamıyorduk; çünkü günümüz Sakız’ın ilaç saatlerine göre planlanmıştı… Ellerim hep ödül bisküvilerine gidiyordu; çünkü her enjeksiyondan sonra ona bir bisküvi vermeyi alışkanlık haline getirmiştim. Verandaya güneş gelip gelmediğini sürekli kontrol etmeye devam ediyordum; çünkü güneşlenmesi için Sakız’ın yastığını güneşe çekmek gerekiyordu… Gözüm hep mutfağın verandaya açılan camlı kapısından dışarıya kayıyordu; çünkü Sakız’ın kulübesi önceden oradaydı…

         Bizi acıtan, sevdiklerimizin hayatımızda gerçek anlamda doldurdukları yerlerinin birdenbire boşalmasıyla birlikte, bizim de düştüğümüz boşluk olsa gerek… Bu travmalı dönemi atlatmak için herkesin geliştirdiği farklı savunma mekanizmaları var… Yıllar önce, anne ve babamı arka arkaya kaybettiğim dönemde onları her gece rüyamda görmeye başlamıştım… Öyle ki, sanki onlarla geceleri farklı bir hayat yaşıyor gibiydim… Bu durum onlara karşı ciddi bir özlem geliştirmemi gerçekten engellemişti… Bilinçaltımın yarattığı bir dinamik miydi, yoksa anne ve babamla farklı bir boyutta gerçekten buluşuyor muyduk, bunu çözmem mümkün değil… Ancak yıllarca sürdü ve bu sayede o dönemi çok az bir travma ile atlattım… Belki de sevdiklerimizin ellerinde koca bavullarla ülke değiştirdiklerini düşünmek de yardımcı olabilir… Onları göremeseniz de varlıklarını bu şekilde hissedebilirsiniz…

         Aslında zaten olan da bu değil mi? Bedenin bir son kullanma tarihi var… İçinde kaldığımız, bizi koruyan evimiz gibi düşünün… Eskidiğinde, ölümsüz olan ruha yeterli gelmiyor… Eski olandan, yenisine taşınma ihtiyacı duyuyor… Eski ev maddesel anlamda toprakta dönüşürken, ruh aynı enerjiyle – hatta hayatta iken kendisine kattığı ek enerjilerle birlikte- uygun yeni bir ev aramak üzere eski evinden taşınıyor… Sonuçta ne beden, ne de ruh yok olmuyor… Bedenlerinin eskimesi ve bozulması sebebi ile ruhun çektiği rahatsızlık, bedenin terk edilmesiyle birlikte bitiyor… Yuvadaki kaynakta, enerjisel anlamdaki şifa ve arınma sürecinden sonra, ihtiyaç varsa yeniden bedenlenme gerçekleşiyor…

         Her zaman söylediğim şey, gidenin ardından kendimize ağladığımız… Belki de her vedadan sonra düşünmemiz gereken, asıl bizim gerçek anlamda yaşayıp yaşamadığımızı sorgulamamız olmalı… Bizi mutlu eden ve sadece gerçekten istediğimiz şeyleri mi yapıyoruz… Kendi özümüzü ve gerçekliğimizi mi yaratıyoruz?… Tüm seçimlerimiz kendimize mi ait?  Sevdiklerimizin farkına varmak için gitmelerini mi bekliyoruz?... Zamanımızı geçmişe ağlayarak ya da gelecek için endişelenerek geçirirken yaşıyor oluyor muyuz?…

         Sorular çok, dünyadaki zaman kısıtlı… Gidenlerin ardından ağıt yakmak yerine, nefes alırken sevdiğini söylemek; gerçekten yaşıyor olmak için de uyanık ve farkında olmak gerek…

         Sevgiyle, umutla, hoşça kalın!...


         İpek Çerçi Akar

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.