BALONLAR ve MUTLULUK
Merhaba sevgili okuyucu… En mutlu olduğunuz zamanları hatırlıyor musunuz?... Eminim çocukluk anılarınıza kadar uzanacaksınız… Henüz hayal gücünüzün bastırılmadığı; yaşam coşkunuzun zirvede olduğu; stres hormonlarının vücudunuzu istila etmediği; ruhunuzun her şeyi sorgusuz kabul ettiği anlara… Peki o duyguları şu ana taşıyan çapalardan en büyüğü nedir desem?...
Balonlardan bahsediyorum… Yaşınız sekiz de olsa, yirmi sekiz de hatta elli sekiz… Havada kendi başına uçan bir balon görüp de kafasını başka yöne çeviren biri var mıdır aranızda acaba?... Hiç sanmıyorum… O balon gökyüzünde kaybolana kadar arkasından büyülenmiş gibi baktırır… O an başka hiçbir şey düşünmezsiniz; hiçbir şeyle ilgilenmezsiniz; gözünüzü kaçırmak istemezsiniz… Nedenini hiç sorguladınız mı?!... O balon havada süzülerek sizden uzaklaşırken “anda olmanın büyüsünü” yaşatır size… O kısacık süre boyunca siz de o “balon” olursunuz…
Otuz saniye boyunca olmadığınız kadar hafiflediğinizi hissedersiniz… Öyle hafifsinizdir ki uçabilirsiniz… Tüm dünya ayaklarınızın altındadır… İçinizdeki strese ve baskıya neden olan her şeye el sallarsınız yukarıdan… Çünkü çok daha farklı bir perspektiften bakıyorsunuzdur hayata… Önemli olduğunu düşündüğünüz sorunların gittikçe ufaldığını, minicik kaldığını görürsünüz. İçinizden kahkahalar atmak gelir…
Hiç olmadığınız kadar özgürsünüzdür artık… Size aslında bir hapishane olan bedenin sınırlarından çıkmış; onu tüm ağırlığı ve hantallığı ile aşağıda bırakmışsınızdır… Kendi bedeninizi, yanındakilerle beraber seyredersiniz… Sırtınızda ne çok yük taşıdığınızı fark edersiniz yukarıdan… Sonra kendiniz kadar hafif bulutların içine serbest dalış denemeleri yapıp, rüzgarla dans etmeye başlarsınız…
Balonun rengine bürünürsünüz o kısacık an… Enerji veren kırmızılar, huzurlu maviler, neşeli pembeler, romantik morlar, sevgi dolu yeşiller, canlandıran sarılarla dolar ruhunuz… Belki de grinin tonları ile sarılıp sarmalanmış hayatınız, birdenbire başka bir renge dönüşüverir o saniyeler boyunca… Enerjiniz değişir; daha yüksek bir frekansta titreşmeye başlar ruhunuz…
Çocukluğunuzdan bu yana, size yüzünü çok az gösteren hislerin en derinlerden çıkışına şahit olursunuz… Çok sevdiğiniz bir dostunuza uzun yıllar sonra rastlamak ve sarılmak gibidir o an… Dudaklarınızı istemsiz bir biçimde gülümserken; gözlerinizi ışıldarken; kalbinizi nedensiz bir sevinçle dolup taşarken yakalarsınız…
O otuz saniye hiç bitmesin istersiniz… Gözünüzü ayırdığınız an tüm bunların kaybolup gitmesinden korkarsınız… Bir süre sonra balon, gökyüzünde sizin göremeyeceğiniz kadar küçülür ve en sonunda da yok olur…
Çok kısa bir hipnoza girip çıkmış gibi hissedersiniz… Oysa yaşadığınız tamamen o “an”da olmak; tamamen “şimdi”yi deneyimlemektir… Balon, ipiyle sizi o ana bağlayarak başarmıştır bunu… Aynı deneyimi havai fişek gösterilerinde; tesadüfen dalgaların arasında bir yunus sürüsüne denk geldiğinizde ya da önünüze rengarenk küçük bir kuş çıktığında da yaşarsınız… Çünkü bu ve benzer anlar sıradan değildir; çok ender denk gelirsiniz ve çok kısa sürer… Geçip gitmeden yakalayabilmek için odaklanırsınız ve sadece onu izlersiniz… Tüm benliğinizle onu yaşarsınız ve deneyimlediğiniz her ne ise, tüm hücrelerinizle ona dönüşürsünüz…
İşte “anı yaşamak” budur ve kesinlikle mutlulukla bir ilgisi vardır. Mutluluğu tesadüflere bırakmamak da elimizdedir… Kıymetli anlarımızın, geçmişin muhasebesini yaparken ya da geleceğin endişesini duyarken, farkında bile olmadan gelip geçmesine neden izin veriyoruz o zaman?!... Şimdinin ve her anın tamamen içinde ve farkında yaşayarak, her saniyeyi bir şölene çevirmek elimizdeyken, hayatın sanki dışındaymışız gibi yanımızdan akmasına neden göz yumuyoruz?...
Çünkü geçmişe üzülürken ve geleceğe ait planlar yaparken, tam da o anda yaşıyor olduğumuzu unutuyoruz… Oysa geçmiş geçmişte kaldı ve gelecek de hep gelecekte olacak… Şimdiyi hatırlamak için belki de parmağımıza, ucunda balon olan bir ip bağlamamız gerekiyor ne dersiniz?...
O zaman, hep şu anda, şimdide, sevgiyle olun ve hep hoşça kalın…
İpek Çerçi Akar